AMERİKA’YI TANIYOR MUYUZ?

Şimdi bu da nereden çıktı diyeceksiniz. Yine bir soru Amerika’yı ne kadar tanıyoruz? Bizce

                                             AMERİKA’YI TANIYOR MUYUZ?

            Şimdi bu da nereden çıktı diyeceksiniz. Yine bir soru Amerika’yı ne kadar tanıyoruz? Bizce önemli bir soru. Cevap tam tanımıyoruz. Amerika hakkında bize servis edilen, bize sunulan bir takım klişe bilgilerle tanıyoruz. Bu klişe bilgilerden biri de Amerika karşı konulmaz bir küresel güç olmasıdır.

            Hemen belirtmeliyim ki hiçbir güç karşı konulmaz değildir; nereden dokunacağınıza bağlı. Dövüş sanatlarında nereye dokunacağınızı bilirseniz, bir adam dev gibi bir adamı yere indirebilir. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama çok iyi Kung-fu bilen bir adam dev gibi bir adamı ters döndürüyor.

            Buradan şu sonuca varmak mümkün öncelikle kendimizi iyi tanımalıyız. Ne yapabileceğimizi iyi bilmemiz lazım. Şimdi soruya dönelim. Biz Amerika’yı tanımıyoruz ki Amerika’yı yenebilir miyiz? Bütün iş tanımaktan geçiyor. Biz kendimizi bile tanımıyoruz ki Amerika’yı doğru tanıyalım.

            Bilgi güçtür. Bilirseniz o bilgi size nerede gedik açabileceğini” eğer düşman olarak görüyorsak” nerede yanımıza alabileceğimizi, nerede birlikte hareket edebileceğimizi gösterir. Ortak noktalardan başlayarak ilişki kurarsanız insanlarla başarı sağlarsınız. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Habeş kralı ile kurduğu ilişki buna en güzel örnektir. Peygamberimiz Habeş kralına yazdığı mektupta öncelikle ortak noktalara değiniyor. Özellikle Hz: Meryem’den bahsederek.

            Amerika’da bizim anladığımız manada (türde) hükümeti olan bir ülke değildir. Amerika’daki hareketler hükümetlerden doğmaz; ya da çok azı doğar. Lobi sisteminin işlediği bir ülkedir. Sivil toplum örgütleri lobi yaparlar ve hükümetler sivil toplum örgütlerini dinlerler.(Bizde bu lobilere milyon dolarlar yedirmedik mi?) Obama’da lobileri dinledi. ABD’de Neocan denen örgüt bu dönemde ortaya çıktı. Amerikan Yahudi Cemiyetleri de bu dönemde ortaya çıktı. Amerika’da sivil toplum örgüleri bastırırsa Amerikan hükümetinin yapacağı bir şey yoktur.  ( Bizdeki gibi kolluk gücü ile oraları basma veya baskı olmaz.)

            Kapitalizm olmadan Amerika’dan söz edilemez. Devletin sahip olduğu hiçbir şey yoktur. Amerikan devleti yolları yapmadı, barajları yapmadı; tüm bunları özel sektör yaptı. Amerika’nın bu tarafı da bilinmez. Burada karşımıza Amerika deyince, Merkez Bankası’ndan tutun da bütün kurumlarına kadar özel sektör olan bir devletten bahsedebilirsiniz.

            Amerika’ya bakarken göz önüne getireceğiniz çok şey vardır. Öncelikle ABD dediğinizde dünyanın en büyük 9. Özel ordusunun bulunduğunu bilmelisiniz. ABD’de özel sektöre ihale edilmeyecek neredeyse hiçbir şey yok gibidir. Hemen belirtmeliyim ki hiçbir belediye kendi çöpçüsünün parasını vermez. Bir şirkete ihale eder. Bütün işler müteahhitlere verilir. Savaş bile buna dâhildir.  İç güvenlikten, istihbarata, hapishanelerin korunması, ekonomik reyting veren kuruluşlar, askeri stratejiler bile ihale edilir.

            Siz, ABD’ye Türkiye’ye ya da Avrupa Birliği’ne baktığınız gibi bakarsanız ABD hakkında hiçbir şey anlamadığınız gibi hiçbir şey bilmediğinizde ortaya çıkar. ABD de ihale edilmeyen iki şey vardır. Birisi hukuk diğeri maliye.

            Amerika’ya hükmeden, seçimle gelen Amerikan hükümetleri değildir. Peki, kimdir? Sorunun cevabını ilk baskısını 1967’de yaptığı zaman kıyametler kopan “Who rules America?” (Amerika’ya kim hükmediyor) isimli ünlü dokümanter kitaplar serisinin yazarı sosyolog G. William Domhoff’a bırakalım:

         “Kısa cevap: 1776’dan bu yana, para kimlerdeyse “Amerika’ya” onlar hükmederler..!”

George Washington zamanının en büyük toprak sahiplerinden birisiydi, 19. yüzyıl başkanları demiryolları yatırımcılarının adamları; George Bush’un serveti petrol ve finansman kaynaklı. Daha açık bir deyişle, “Amerika’da” siyasi muharebe alanlarının kurallarını koyanlar, şirketler, gayrimenkul ve tarım işletmeleri gibi gelir üreten mülklerin sahipleridirler... Amerika’da para hükümrandır, çünkü burada Avrupa’da olduğu gibi büyük kiliseler gelişmemiş, ulus-devlet ve onun olmazsa olmazı güçlü hükümet geleneği yerleşmemiş, yönetimi ele geçirmekle tehdit edebilecek.

            Ancak, paranın hükümranlığı toptan kontrol şeklinde değil, “hangi sınıf ya da zümrenin nasıl işlev göreceğine ilişkin kuralları belirlemek şeklindedir. Benzer kaygıları olanlar ve yasal süreçleri bilenler, zamanlamada hata yapmazlarsa, etkin propaganda yöntemiyle hükümetleri diledikleri kararları almaya sevk edebilirler... Halk oylamaları, hükümetin çoğunluğun arzularını yerine getirmesini garantilemez.” Seçmenler, “hükümeti etkileyecek zengin seçkinleri saptamak, onları etkilemek” durumundadırlar.

            Washington’daki federal hükümeti şirketlerinde ya da sivil toplum kurumlarında istihdam ettikleri çalışanları aracılığıyla baskı altında tutarlar. Buna karşın, zenginler ve şirket yöneticileri, iktidarlara paydaş olduklarını başarıyla saklayabilmektedirler.” Nicelik olarak bakıldığında, Amerikan “üst-sınıfı, nüfusun %0.5 ile %1’i oluştururken, özel toplam servetin %35-40’ına, yıllık toplam gelirin %12-15’ine sahiptir.

            Finans kapitalizme bir din lazım. Tanrı’nın bütün günahlarınıza ortak olduğu, sizin insan olarak sorumluluktan sıyrıldığınız, politeist bir din lazım kapitalizme, Ada lazım kapitalizme yani. Burada Adam Smith’in görünmez eli gibi, işin içine tanrı girdi mi hepten paçayı kurtarabileceğiniz, hep beraber günahkâr olacağınız bir din kapitalizme yani. O’nu ortak ettiğiniz anda sorumluluk duygusu da kalmıyor. İşte böyle devam ederken bakıyorsunuz. Türkiye’ye de bulaşmış bu durum. Şimdilerde sıkça kurulan “ Benim kalbim temiz” cümleleri bununla ilintili.(1)

1900’ların sonuna doğru, Kızılderelilerin neredeyse yok olduğu, Amerika’ya göç edenlerin düşman arayışı.. Bir ulusun ayakta kalabilmesi için ille de bir düşman ihtiyacı vardır.( Tıpkı Yunan ve Ermenilerin Türk düşmanlığı gibi) Amerika’nın bir derleme ulus olduğunu unutmamak lazım. Bugün Amerika’da “ nerelisin” meselesinde, insanlar hep kendi geldiği memleketleri söylerler. İtalyan’ım, İrlanda kökenliyim gibi.

Amerika, hiçbir zaman uğruna ölünecek, sıla hasreti çekilen romantik bir millete sahip olmamıştır. Daha doğrusu bizim anladığımız manada “vatan” olmamıştır. Nitekim Amerika’n insanında vatan kavramı yoktur. Batı dillerinde motherlend, heimatland (vatan) gibi kelimeler vardır. Vatan aşkı, sıla aşkı gibi kavramlar vardır. Amerikan halkı topraklarını sırf vatan olduğu için savunmaz. Oradaki menfaatlerini kaybetmemek için savunur. Amerika’da bizdeki gibi milliyetçilikte yoktur. Çünkü milliyetçilik denilen şey romantik bir olgudur. “ American The Beautiful” şarkısı vardır; ama bir ilahiden ibarettir.

Amerika deyince CIA aklımıza gelir. CIA deyince de siyah gözlüklerle gezen adamlar gelmemelidir. CIA, ABD için her şeydir. Şunu bilmekte fayda var. Homeland lafı 11 Eylül’e kadar yoktu. 11 Eylül’den sonra denmeye başlandı. 2002 yılında Amerikan Homeland Securiyt Department( Vatan Güvenliği Bakanlığı). CIA, gazetelerde, Hollwood’da .. Her yerde vardır.

Bakın bizi siyasilerimiz ABD’nin YPG ve PKK’ya tırlar dolusu silah verdiğini dile getiriyorlar. ABD’de silah endüstrisi devletin bilgisi dâhilinde müteahhitlere silah satar. Müteahhit onu alır, nerede kullanacaksa orada kullanır. Müteahhitler Amerikan düzenli ordusunun ya da resmi ordusunun kural ve kontrolüne tabi değillerdir. Gittikleri ülkelerin yasalarına da uymazlar. Şirket orduları yaptıkları zararlardan sorumlu tutulmadıkları içinde yargılanmazlar. Irak’ta yapılanları bu tarzda değerlendirmeliyiz.

Sonuç olarak, önce kendimizi ve sonra düşman kabul ettiğimiz devleti iyi tanırsak yapamayacağımız iş yoktur. Yalnız dost kavramını da yerinde kullanmalıyız. Ülkeler dost olmaz ancak müttefik olurla. ABD, Almanya vs. dost değil belirli konularda anlaştığımız müttefikimizdir. Bu noktada belirtmeliyim ki aynı dini benimseyen insanların bile dost olmadıkları bir dünyada yaşadığımız, iyi biline.

Kaynaklar:                                                                                         İbrahim AYAN

1-Alev Alatlı Kelebek etkisi Söyleşileri Pınar Yay.s.100