DÜNDEN BUGÜNE TÜRKİYE

Ülkemiz gariplikler ülkesi desek gerçekten de yanılmayız. Osmanlıda Tanzimat ile birlikte

                                                         DÜNDEN BUGÜNE TÜRKİYE

                Ülkemiz gariplikler ülkesi desek gerçekten de yanılmayız. Osmanlıda Tanzimat ile birlikte kıyafet tartışması başlamış bugün bile devam ediyor. Siyasiler bunu iyi kullanıyor. Vay efendim falanca parti iktidara gelirse mütedeyyin insanlarımız ne yapacak diye. Demek ki Osmanlı Devleti’nden beri bizim kafamızda bir değişiklik olmamış.

                Ülkemiz ilginç olayların yaşandığı ve yaşanmaya devam ettiği nadir ülkelerden biridir. 1940’lı yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı, İkinci Dünya Savaşı’nın orta yerinde yoksulluğa, ekmek, yağ ve şekerin karneyle verildiği bir dönemde okullara piyano gönderiyor. Yıllar yılları kovalıyor. 1980’li yıllarda Özal ile çağ atlayan Türkiye’nin Milli Eğitim Bakanlığı okullara yakıt parası gönderemiyor. Son dönemde şahlanan Türkiye’de ise bu defa okullara temizlik malzemesi ve hizmetli gönderemiyor.

                Ülkemin ekonomide umumi manzarasına bakarsanız, değişik yorumlar görürsünüz. 1999 yılında ülkem insanının milli geliri 3 bin doların altında idi. Türkiye Yunanistan ile birlikte Ortak Pazar’a birlikte girdiler(1963-1964) . Koşullara baktım aynı. Milli gelirlerinde de fazla fark yok. Aradan seneler geçti. Demirel-Ecevit- Özal ülkemizi 36 yıla yakın idare ettiler. Yunanistan AB’nin de avantajlarını kullanarak milli gelirde bizi dörde katladı. Bizi, idare eden siyasiler ise borçlanmaları yanlış yaptıkları için ülke kaynakları dışarıya aktı. Ülke fakirleşirken ne yazık ki yandaşlar zengin oldu. Son dönem AKP iktidarı da aynı değil mi?

                AKP kurulurken R.Tayyip Erdoğan” Türkiye’nin en büyük sorunu gelir dağılımındaki korkunç adaletsizliktir.” Demişti. Ve Üç Y ile uğraşacaklarını söylüyordu. Yoksulluk, Yolsuzluk, Yokluk. 19 yıldır iktidarda olan Erdoğan bu sorunları çözdü mü? ( Cevabı siz verin)

                Türkiye’yi yönetenlerde bir garip, ispatı da ülkemin hiçbir ihtiyacı olmadığı halde 1998 yılında IMF ile yaptığı yakın izleme anlaşması ile kredi alınmadığı halde ekonominin denetimi IMF’ye teslim ediliyordu.1998-1999 yıllarında dış kaynak ihtiyacımızda yok, Sonuç ülke açısından kötü oluyor. İktidarda bulunan Ecevit-Yılmaz-Bahçeli üçlüsünün basiretsizliği 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerini ülkeme yaşatmak oluyor. İşin en tuhaf yanımı diyelim ya da kötü yanı mı diyelim. AB’ye verdikleri ulusal programla kapatılmayacak yerli sanayi tesisi kalmıyor.( Bkz. Ulusal program Dışişleri bakanlığı sitesi) 2018 yılına gelince de AKP ne yazık ki elimizde kalan şeker fabrikalarını da yok pahasına özelleştiriyor.

                Bugünlerde çeşitli TV’lerde Kemal Sunal filmleri sık sık gösteriliyor. İnsanımızın neden bunlara prim verdiğini bizzat Kemal Sunal 51 yaşında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinde yüksek lisans tezi olarak hazırlıyor. 1970’li yıllardan 1990’lı yılların sonlarına kadar toplumumuzun sosyo- ekonomik ve kültürel durumu incelendiğinde Kemal Sunal’ın çeşitli tiplemeleri, büyük şehirlere göç etmiş insanlarımız arasında üç aşağı beş yukarı yaşandığı için insanımızla özdeşleştiriyor. Yine belirtmekte fayda var 1980’li yıllardan sonra insanımızın tek eğlence aracı TV olduğu, maddi imkânsızlıkların sinema ve diğer eğlence türlerini engellediği ortamda Kemal Sunal güldürüleri olayların akışında insanımızı geçici de olsa rahatlatmıştır.

                Bu sene kovid-19 nedeniyle olmadı ama her sene 18 Mart’ta Çanakkale Zaferini bizler kazandık; ama Gelibolu’da 245 Anzak askerin çıkarma sırasında ölümünün yıldönümü olan 25 Nisan’da sadece Türkiye’nin değil dünyanın gözünü Çanakkale’ye çevrildiğini görürüz. Anzakların torunları binlerce kilometre uzaktan gelerek sabah ayinleri, törenler ve gözyaşları ile atalarını anıyorlar. Yine ülkemize bakacak olursak niçin ve ne maksatla gönderildiğimiz hala tam açıklanmayan ama 2 bin insanımızın öldüğü Kore savaşının yıldönümünü bilmeyen insanlarımızın yanında bizi idare eden siyasetçilerimizin ilgisizliğine ne demeli bilmiyorum. Bir diğer sorun ise Kore’de devletin kararı ile savaşa katılmış gazilerimizden yaşayanların maddi sıkıntılar içinde yaşadıkları biliniyor. Tarihimizin ne kadar şanlı ve şeref dolu olduğunu her vesile dile getiren siyaset adamlarımızın bir samimiyetsizliğinin ötesinde eğitim ve kültürde ne kadar fakir olduğunun göstergesidir.

                Geçmişten günümüze Türkiye’yi yazmak için gazete sayfalarını karıştırırken 2001 Aralık ayında Ankara Ticaret Odasının bir araştırması gözümüze ilişti. Kemal Derviş’in en çok kullandığı sözcük ve terimler yer alıyordu.” Faiz, kur politikası, döviz piyasası, sıkı maliye, borçlanma, borç para, faiz dışı fazla, IMF, Dünya Bankası vs.” Yine aynı araştırmada halkın kullandığı kelimeler “ Geçim sıkıntısı, işsizlik, mutfak masrafları, bakkal borcu, doğalgaz ve elektrik faturası, simit, çorba, makarna vs.” yıl 2021 Türkiye’de vatandaşın kullandığı terim ve kelimeler aynısı. Tekrar yazmaya gerek yok herhalde; ama bunca yıl bizi idare edenler bizleri mutlu edememişler ama birileri mutlu olmuştur.

                Osmanlıdan bu yana madenlerimiz ne yazık ki talan ediliyor. Özellikle ülkemizin değişik yerlerinde siyanürle altın aramasını ve arıtmasını yabancı şirketler yapıyor. Mahkeme kararına bile bakmıyorlar bile. 2002 yılında gazetelere yansıyan bir habere göre Bergama ilçemizde bir kadın vatandaşımız” Bizim dağımızda yağ akıyor, ovamızda bal akıyor. Biz siyanürlü altın istemeyük, bizim toprağımızın üstü altın. Biz ekin ekerik, tütün ekerik, patates ekerik, domates dikerik, bahçe yaparık, ne eksek ve diksek en güzeli biter. Bizim altına ihtiyacımız yok, bizim toprağımız altın diyor. Bunun aynısını Ordu_ Fatsalı üretici de diyor. Kaz Dağlarını yazmayalım. Bu haber yayınlandığı tarih 2002’den bu yana Türkiye’yi idare edenlerin fikirleri hiç mi hiç değişmedi. Aynı HES’lerde olduğu gibi.

                Bir zamanlar Türkiye’sinde ormanları devlet korurdu. Son on yılda yöre insanları bölgelerindeki ormanları devletten korumaya çalışıyor. Örnek mi? Fatsa, Kaz Dağları, Fethiye, Yatağan. Bizi idare edenler buralardan çıkarılacak altından ne kadar doğru bilmiyoruz %2’lik pay için güzellilerin yok olmasına göz yumuyorlar.

                Son günlerde yargı çok tartışılan bir kurum haline geldi. Hemen diyeceksiniz ki ne zaman tartışılmadı ki. 2003 yılının sonlarına doğru Başbakan Erdoğan Uzanlar şirketinin sahiplerine şöyle sesleniyordu. Herkes gibi sizde yargıya güvenin. 2003’ten bu yana hem başbakan hem Cumhurbaşkanı olarak yargıya güvendiği söylenemez. Bu arada seçip vekil ettiği insanlarında güveni yok. Bunların içinde hukukçu olup ta TBMM’de Anayasa Adalet Komisyonu Başkanlığı yapan Prof. Dr. Burhan Kuzu’ya vekil dokunulmazlıkları ne zaman kaldırılacak sorusuna bakın ne cevap veriyor. Milletvekillerinin yargıya güveni yok. Hukukçu Burhan Bey’e göre herkes yargıya güvenecek; ama iktidar vekilleri güvenmeyecek. Olmaz demeyin Türkiye’de oluyor. Çünkü Burhan Bey gibiler sicillerine güvenmiyorlar da ondan.

                2002 yılı Ağustos ayında NTV’de Ali Kırca’nın sorularını cevaplayan Başbakan, İç ve dış borçları belediye başkanlığı dönemindeki gibi çözeceğini söylüyor. Başkan iken alacaklı müteahhitleri çağırmış” Benden 6 ay para istemeyin” demiş. Sorun çözülmüş.  500 Milyar Dolar dış borç, 3 Trilyon TL iç borç, 200 Milyar Dolar,yap-işlet borcu, 80 Milyar Dolar satılan kamu varlığı, miktarı belirsiz AB fonları!  İle İç borç yanında dış borcu da bu şekilde çözecekmiş çözdü mü bilinmiyor? Bilinen bir gerçek varsa dış borçların devasa boyutlara ulaştığı, doları 2.45 ten 10tl’ye yaklaştığı, Benzin ve mazotunda aynı durumda olduğu bir gerçek.

                Bulgaristan’da jirkov zamanında yapılan baskılar sonucu 300 bine yakın Türk-Müslüman vagonlara doldurularak Edirne ilimize gönderilmişti. Özal o dönem isterseniz 500 bin gönderin alırız derken Refah partili olan Sayın Cumhurbaşkanı bu durumu eleştiriyordu. İnsanlarımızın ahlakında ve ekmek parasına kadar uzanıyordu. Zaman çok çabuk geçiyordu. 2011’den sonra Suriye sınırından giren milyonlarca Suriyeli için Muhacir Ensar kardeşliğinden dem vurarak insanımızın 40 milyon dolarını harcadığını( Tam ne kadar harcandı bilinmese de) ağzıyla itiraf ediyordu.

                Yazımızı iki siyasi parti başkanının durumu ile kapatalım. Ali Babacan, meşhur Kemal Derviş’in Türkiye’deki sağ versiyonu. Özelleştirmelerle ülkemizin canına ot tıkayan adam. Fransızlar Dadone’yi devletleştirdiler biz ise Demir Çelik ve Tüpraş’ı özelleştiriyoruz. Bir yoğurt kadar kıymeti yok mu? Dendiğinde Danone Fransızların milli markası diyen ama bizim milli değerlerimizin değerini bilmeyen biri. Diğeri Ahmet Davutoğlu,  danışmanlık, dışişleri bakanlığı ve Başbakanlık yapan ve ülkemizin başına 7 milyona yakın Suriyeliyi bela eden adam.  Çıkmışlar ileri geri konuşuyorlar. İşin tuhaf yanı çok kısa sürede il ve ilçe örgütlerini kurmaları. Buradan şunu anlıyoruz ki AKP batan gemi ilk terk edenlerde bunlar ne demeli.

                Unutuyordum aklıma geldi. Odasında 17/25 Aralık’a saati ayarlayan ve hesap sorulmayınca değişmeyecek diyen kişi bir anda öyle değişti ki sormayın. Tam bir AKP savunucu oldu. Saygılar.

                                                                                                                                              İbrahim Ayan