SURİYE –TÜRKİYE- İRAN ÜÇGENİ

İnsan, bağımsızlığından bu yana Suriye’nin dış ilişkilerine baktıkça şaşırtıcı ve ilginç sonuçlar

                                                     SURİYE –TÜRKİYE- İRAN ÜÇGENİ

            İnsan, bağımsızlığından bu yana Suriye’nin dış ilişkilerine baktıkça şaşırtıcı ve ilginç sonuçlar çıkarıyor, örneğin Suriye, uluslararası ilişkilerde “daimi ittifaklar veya daimi düşmanlıklar yoktur," şeklindeki altın kuralı hem yıkmakta hem de aynı zaman dilimi içinde doğrulamaktadır.
               Bir yandan Suriye rejimi, İran rejimi ile iki ülkenin rejimlerini birbirinden ayıran önemli farklılıklara rağmen (Şam’daki laik Arap milliyetçisine -en azından söylemde kendisini böyle sunuyor- karşılık Tahran’daki dinci Fars milliyetçisi rejim) Ortadoğu bölgesinin en güçlü ve kalıcı ittifakına sahip. Diğer yandan Suriye, Türkiye ile Ortadoğu’daki en çalkantılı ve değişken ilişkilerden birine sahiptir. Oysa iki ülkedeki derin devletin sosyal yapısı ve kültürel bileşimi aynı laik "milliyetçilik ekolündendir. Bu olgu siyaset pratiğindeki yaygın ironilerden olabilir. Şöyle ki aynı fikrî ve ideolojik ekolün üyeleri arasındaki uyumsuzluk, farklı fikir ve ideolojilere oranla daha şiddetli seyretmektedir, ilişkiler bu aşamada çokça kafa karışıldığı ve ilgi yaratmaktadır. İşaretler Şam’ın Tahranla ilişkilerinde ittifakı bozma aşamasına gelmek-sizin bir gerileme yaşandığım ve buna karşın Şam’ın Ankara ile ilişkilerinde iş birliği aşamasına gelmeksizin bir iyileşme olduğunu gösteriyor.

            1923'teki Lozan Anlaşmasından itibaren Şam ve Ankara’daki ik­tidarlar arasındaki ilişkiler çatış­ma ile bir arada yaşama arasında gidip gelmiştir. Nadir durumlar­da iş birliği ve uyuma ulaşmıştır. Batılıların cetvelle çizdikleri sınırlar sonrasında ilişkiler yumağı olmaya başlamıştır.

      İlk başlarda yeni Suriye oluşumu ile modern Türk insan, bağımsızlığından bu yana Suriye’nin dış ilişkileri- devleti arasın­daki anlaşmazlıklar sınırların çizimi etrafında odaklanmıştı. Lozan Antlaşması, tarihsel olarak Osmanlı Halep vilayetine bağlı ve çoğunluğu Arap olan birçok bölgeyi Türkiye’ye ilhak etti ve İskenderun sancağının (Hatay) 1938 yılında Ankara’ya ilhakıyla anlaşmazlıklar doruğa çıktı. Suriye’nin bağımsızlığı sonrası Türkiye ile ilişkiler 1957 yılında ilk büyük krizi, iki ülkenin Soğuk Savaş sırasında karşıt iki kampı seçmesi ve onlara sığınmasıyla yaşandı. Sovyetler Birliği’nin çö­küşüyle birlikte Suriye uluslara­rası sahada en büyük müttefikini kaybetti ve Türkiye’deki PKK terör örgütünü destekleyen ve silah yardımı yapan Baba Esat ‘a karşı dönemin hükümeti Kara Kuvvetleri komutanı Orgeneral Atilla Ateş bağlı birlikler ile sınırda açıklamalarda bulunmasından Şam PKK’yı desteklemekten vazgeçti, lideri Abdullah Öcalan’ı sınır dışı etti. Ayrıca Hatay üzerindeki hak iddiasından ve Fırat’ın suyundan daha büyük pay alma talebinden vazgeçti ve dahası 1999 yılı Ada­na Antlaşması gereği Türkiye’nin, PKK unsurlarını kovuşturması için topraklarından 5 km içeri girmesine izin verdi. Sonuçta Şam’ın Ankara ile ilişkileri dü­zeldi. Ankara, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Haziran 2000 ‘de Devlet Başkanı Hafız Esed’in cenaze törenine katılma­sıyla Suriye’de iktidarın el değiş­tirmesini onayladı.

        AK Parti’nin 2002’de iktidara gel­mesi, Türkiye’nin ilgisinin Arap bölgesine yönelmesi, Türk parla­mentosunun ABD’ye Irak’ı işgal etmesi için kendi topraklarım kullanma izni vermeyi reddet­mesi ve Suriye rejiminin ABD’nin terörle savaşında bir sonraki hedef olma endişesiyle birlikte Suriye’nin Türkiye ile ilişkilerin­de büyük bir yakınlaşma yaşandı. Bu yakınlaşma, Lübnan Eski Baş­bakanı Refik Hariri’nin 2005’te suikastla öldürülmesi sonrası Suriye rejiminin üzerindeki tecri­din hafifletilmesinde Türkiye’nin önemli rol oynaması, Temmuz 2006 savaşı ve ertesi yıl Annapolis Barış Konferansı’nın başarısız olması akabinde Suriye ile İsrail arasındaki barış görüşmelerinde arabuluculuk yapması ile zirve­ye çıktı. Serbest ticaret anlaşma­sı imzalandı ve iki ülke arasında 2009 yılında stratejik düzeyde bakanlar kurulu oluşturuldu. Ay­rıca Erdoğan ile Oğul Esed arasındaki şahsi ilişkiler Tahran’da endişe oluşturacak düzeye ulaşmıştı. Ancak 2010’lu yılların başı itiba­rıyla Arap Baharı devrimlerinin tetiklediği değişimlerin etkisiyle 21. yüzyılın ilk on yılına dam­gasını vuran Suriye-Türkiye ya­kınlaşması uzun sürmedi. Zira Türkiye ve İran kendi nüfuz­larını güçlendirmek için Arap devrimlerine yatırım yapmakta gecikmedi. Batın eksenindeki Türkiye, ABD’nin Ortadoğu’da yapmak istediklerine yardımcı olmak ve Şam’da ken­di lehinde bir değişim yaratma umuduyla Suriye muhalefeti­ni desteklemeyi seçerken, İran Suriye’yi tamamıyla kendi bölgesel projesine katmak için rejimin kendisine olan ihtiyacını istismar etti. On yıllık bir çatışmadan son­ra tarafların projelerine yönelik bölgesel ve uluslararası direnişin sonunda he Türkiye hedefini gerçekleştirdi ne de İran Suriye’yi kendisine katmakta başardı. o Böylece daha önce hüküm süren modelden çok ta uzağa gitmeye yeni bir revizyon ve dalga  aşaması başladı. Tek bir farkla; Suriye bu kez bir enkaza dönüşürken Suriyeliler de me­leklerin cinsiyetini belirlemekle meşgul!

            İşin Tuhaf yanı ne İran kazandı ne Türkiye. Özellikle Türkiye açısından sınırımızda bir ABD destekli ve binlerce silah verilip eğitilen  DEAŞ ve PKK/PYD/YPG  ile ABD üsleri ortaya çıktı. Hükümetin yaptığı tüm hareketler ne yazık ki bu gerçeği örtemediği gibi İsrail’in desteklediği ABD’nin taşeronluk yaptığı Büyük Kürdistan’ın ikinci ayağı için adımlar atılmaya devam ediyor. Ne zaman son bulunur. Türkiye ile Suriye anlaşıp 2010 ‘da duruma döndükleri zaman

                                                Kocatepe’den selamlar                İbrahim Ayan