Ülkenin bilimsel kurumlarını incelerken tarihsel süreç içerisinde Osmanlı ve Türkiye’nin; ekonomik, sosyo-politik, askeri/sivil yapısı,
ÜNİVERSİTELERİMİZDE SON DURUM NE?
Ülkenin bilimsel kurumlarını incelerken tarihsel süreç içerisinde Osmanlı ve Türkiye’nin; ekonomik, sosyo-politik, askeri/sivil yapısı, eğitim kurumları, sosyo-ekonomik yapısı, üretim yapısı, Avrupa devletleri ile olan ilişkisi, kültürel yapısı, dini kurumları gibi çok karmaşık devlet/sivil kurumlarının örgütlenmesinin ve yapısının da çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
Osmanlı’da bilimin/felsefenin/rasyonalizmin dışlanması ve dinsel dogmaların hâkim olmasının nasıl koskoca imparatorluğun, çok hızlı bir şekilde yok olma sürecine girdiğini anlatabilmek amacıyla İkinci Viyana Kuşatmasında İmparatorluğun zirveden nasıl yüz yıl içerisinde yarı sömürge durumuna düştüğünü göstermek için 18. ve 19. Yüzyıllardaki birkaç kritik savaşları özetleyip, bilimin/rasyonalizmin/pozitif bilimlerinin dışlanmasının nasıl koskoca imparatorluğu yok olma sürecine sokulduğu bilinmektedir.
Karlofça Antlaşması’ndan hemen bir yıl sonra, Çarlık Rusya’sının 1770 yılında Osmanlı Donanmasına yaptığı Çeşme Limanı Baskını, denizcilik ve eğitim tarihi açısından bir yüzkarasıdır; çünkü Kaptan-ı Derya Hüsamettin Paşa, Rusların Baltık Denizi’nden Akdeniz’e ve Çeşme Limanına gelebileceğini bilmeyecek kadar coğrafya bilgisinden yoksundu; açıkçası o zamanlar Osmanlı ne coğrafya bilgisine ne de denizcilik eğitimi verecek okullara sahipti.
Navarin baskını sonucunda, kabaca 400 yıl kadar Osmanlı egemenliğinde kalan Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olarak 1830 yılında bağımsızlığını kazanmasıdır. Bu baskın saldırısı sonucu 3’ü kalyon, 57 Osmanlı gemisi batırıldı ve 6000 denizci kayboldu. Emekli Amiral Cem Gündüz’ün belirttiği gibi, Osmanlının bilgisizliği, bilimi dışlaması, tecrübesizliği ve öngörüsüzlüğü baskını davetiye çıkarmıştır; Navarin baskını sırasında donanmanın başında eğitimsiz amiraller vardı.
Osmanlı’nın denizlerdeki hâkimiyetinin yok olma sürecinde açıkça görüldüğü gibi, bir ülkenin varlığını devam ettirebilmesi, denizlerdeki hâkimiyetiyle yakından ilişkilidir. Bu nedenledir ki, emperyal güçlerin maşası olan FETÖ tarikatı müritleri, üniversitelerdeki yıkım saldırılarıyla birlikte, en büyük yıkımını/düşmanlıklarını Deniz Kuvvetlerinin yetişmiş insan gücü beynini yok etme ve felç etme üzerine kurgulamışlardır, Atlantik ötesinden aldıkları emirlerle, böylece Ege Denizinde ve Doğu Akdeniz’de ülkenin yaşamsal çıkarları tehlikeye girmiştir.
Ülkemizde hala “bilim” gerekli mi ya da gereksiz mi tartışması yapılmaktadır, gerçekten çok hazin ve traji-komik bir anlayışa sokuldu üniversiteler…
“Üniversitelerde”, on bin yıl önce Hz. Nuh’un Nuh Tufanı sırasında kullandığı geminin çok güçlü çelikten yapıldığını, nükleer güçle çalıştığını ve oğullarıyla cep telefonu ile iletişime geçtiği dinsel fantezisinin (Abbasiler zamanındaki bin bir gece masallarındaki uçan halı fantezisi gibi) gerçekmiş gibi inanan sözüm ona “öğretim üyelerinin” bulunduğu üniversitelerin nasıl bataklığa gömüldüğünün, nasıl zifiri karanlığa büründüğünün, nasıl dogmatikleştiğinin açık bir göstergesidir. Çünkü bu aşırı dogmatikleşmiş anlayış, modern zamanların teknolojisi olan ne çelikten, ne gemi inşa teknolojisi tarihinden, ne bilimden, ne bu gemi ve aletlerde kullanılan bin bir türlü malzemelerden, ne nükleer fizikten ne de cep telefonu teknolojisinden, ne antik çağdan, ne de neolitik çağdan haberi vardır.(1)
Şu anda üniversitelerdeki zihniyet Soğuk Savaş döneminde, ABD’nin Yeşil Kuşak doktrinine/ politikasına uygun olarak ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin kışkırtması ve manipülasyonu sonucu, aşırı dinsel dogmatizm bataklığına sürüklenen Afganistan’a çok benzer hale gelmiştir. Zaten şu anda bazı rektör ve dekanların basına yansıyan konuşmalarından açıkça görülmektedir bu felaket durum...
Bilime inanmayan, bilim insanlarını şeytanlaştırmaya çalışan, kumpas kuran, aşağılamaya, küçümsemeye çalışan, bilimden hiç anlamayan, bilim tarihi ve felsefesini bilmeyen, bilimin hangi ve nasıl ortamlarda yapılabileceğini hiç bilmeyen, temel bilimleri (matematik, fizik, kimya, biyoloji) dışlayan, ömrü boyunca bilim yapmamış, her türlü dinsel dogma ya da başka dogmaların arkasına saklanan üniversite rektörlerinin mevcut olduğu şu ortamda olumlu bir şey yapabilmek imkânsızdır.
Küresel emperyal güçlerin son yüz elli yıldan beri Osmanlı’da, Türkiye’de ve tüm İslam ülkelerinde sinsice her türlü dogmatizmin (özellikle dinsel dogmatizm ve fanatizm), mikro-milliyetçiliğin, etnik milliyetçiliğin, tarikatçılığın yaygınlaşmasını el altından destekledikleri/kışkırttıkları ve “içerdekilerin” de desteğiyle her defasında “başardıkları” gibi, emperyal güçlerin ve “içerdekilerin” desteğiyle “FETÖ” tarikatının sinsice dinsel dogmaların arkasına saklanarak son otuz yıldır artan şiddette yaptığı Türk düşmanlığı, Atatürk düşmanlığı, bilim düşmanlığı, ulus bilinci düşmanlığı, yurtseverlik düşmanlığı, insanlık düşmanlığından da çok açıkça görüldüğü gibi; bu aşırı dinsel dogmatik ve yıkıcı anlayış üniversitelerde aynen devam ettirilerek modernizm adına, çağdaşlık adına, bilim adına ne varsa (rasyonalizm, pozitivizm gibi) tümden kökü kazınıp yok edilmeye çalışılmaktadır.
Bilimin, rasyonalizmin ve akılcılığın dışlandığı durumlarda ise emperyal güçlerin oyuncağı ve açık pazarı olunur, barış bozulur, üretim sıfırlanır, ekonomi çöker, cehalet yaygınlaşır, bağnazlık ve dogmatizm zirve yapar, kaos ve düşmanlık artar, mikro-milliyetçilik, etnik milliyetçilik, şoven milliyetçilik, fanatizm, tarikat ve mezhep savaşları ülkede hakim zihniyete dönüşür, aynen tüm İslam ülkelerinde ve Türkiye’de olduğu gibi,
Gelelim üniversitelerimizde bulunan kontenjan durumlarına:
Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na (YKS) son üç yıldır giren ve tercih yapma hakkı olan yaklaşık 2.9 milyon genç tercihte bulunmadı. Bu yıl 28 bin 944 kontenjan boş kaldı. En çok talep gören ve beş binin üzerinde kontenjanı olan programların bazılarında artış, büyük bir bölümünde ise azaltma yapıldı. Politik nedenlerle abartılı biçimde şişirilen ve en yüksek kontenjana sahip alan haline getirilen ilahiyat kontenjanları da düşürülen kontenjanlar arasında.
TIP VE HEMŞİRELİK (+276): Toplam tıp kontenjanı 152, hemşirelik kontenjanı 124 arttı. Artışın neredeyse tamamı devlet üniversitelerinde oldu. Vakıf üniversitelerinin önemli bir kısmında kontenjan düşüşleri yaşandı.
HUKUK (-1172): Hukukta devlette 700 vakıflarda 300, KKTC’de ise 180 kontenjan azaltması yapıldı. Halen 180 bin hukuk mezunu, 120 bin de hukuk öğrencisi olduğu düşünüldüğünde bu alanda istihdam sorunu olduğu da görülüyor.
MÜHENDİSLİKLER (-3455): 2023’te 70 mühendislik programı bulunuyordu. Bilgisayar, elektrik ve elektronik, makine, endüstri, yönetim bilişim sistemleri mühendisliklerinde kontenjanlar azalırken yazılım mühendisliğinde artış oldu.
4 MİMARLIK (-1148): Mimarlık yüksek kontenjanlı programlar arasında yer aldı.
EĞİTİM (-6675): Eğitim kontenjanı 42 bin 46’dan 35 bin 371’e çekildi. Yılda ortalama 20 bin öğretmen atanıyor ve bu atama sayısı da gelecek yıllarda düşecek.
İLAHİYAT VE İSLAMİ İLİMLER (-7865): İlahiyat kontenjanları son yıllarda öyle abartılı bir biçimde şişirildi ki en yüksek kontenjana sahip olan alan noktasına getirildi. Siyaseten büyütülen İlahiyat ve İslami ilimler alanı nihayet gerçeklerin görülmesiyle belli bir seviyeye çekilmiş gibi görünüyor.
GÖRSEL İLETİŞİM VE TASARIMI (+1500): Görsel iletişim tasarımı yeni bir alan olması nedeniyle mezunların iş bulma noktasında avantajlı oldukları bir program. O nedenle program kontenjanı 3559’dan 5059’a çıkartıldı. (2)
Bir ülkenin eğitim sistemini çökertirseniz, o ülkenin emperyal güçler tarafından kontrol edilmesi çok kolaylaşır. Zaten Türkiye’deki eğitim sistemi, gerici 12 Eylül 1980 Amerikancı faşist darbe ile çökertildiği için, yine bu cuntanın üniversitelere (bilime/rasyonalizme/felsefeye) büyük düşmanlıkla uygulamaya koydukları YÖK yasasıyla üniversiteler tamamen çökmüş, dinsel dogmatiklerin, radikal Siyasal İslamcı FETÖ’cülerin kontrolüne geçmiştir.
Son olarak üniversiteye girişe bakalım ve yazımızı noktalayalım:
- 2024’te TYT baraj puanı 140 olsaydı sınava giren adayların 83 bin 294’ü, TYT baraj puanı 160 olsaydı adayların 269 bin 345’i barajı geçemeyecekti.
- Son yıllarda üniversite sayılarında gerçekleşen artış işgücü piyasasının ihtiyaçları ile örtüşmüyor. Bu durum; işsizliğin artmasına, bireylerin kendi niteliklerine uygun olmayan işlerde çalışmasına ve insan kaynağına yapılan hem bireysel hem toplumsal yatırımların karşılığının alınamamasına neden oluyor.
- Türkiye yükseköğretim mezunlarının istihdam oranının en düşük olduğu OECD ülkesi
- Türkiye’de yükseköğretim mezunu olmak işsizlik oranını düşürmüyor.
- Yükseköğretim mezunu genç işsizlerin oranı OECD ortalamasının 2.5 katı.
- Türkiye, ön lisans mezunu nüfusun en yüksek işsizlik oranına sahip olduğu OECD ülkesi.
DİPLOMASI YETERLİ SAYILMALI MI?
- Yükseköğretim programlarının içeriği ve kontenjanları yeniden değerlendirilmeli, sayısal artıştan çok nitelik önceliklendirilmeli.
- Yükseköğretim kurumlarının sayısı ile bu kurumların bölümleri ve öğrenci kontenjanları bölgesel/kentsel ihtiyaçlar ve işgücü arz-talep dengesi gözetilerek planlanmalı.
- Yükseköğretimin temel işlevlerinden biri olması gereken nitelikli eğitim-öğretimin odağa alınması için seferberlik başlatılmalı.
- Lise diploması sahibi olmak hayata etkin katılım için yeniden yeterli ve anlamlı, üniversite diploması sahibi olmak yeniden prestijli hale getirilmeli. Bunun içinde lise bitirme sınavları yeniden konmalı. Hatta ortaokullarda belirli derslerden sene sonu sınavları yapılmalıdır.
- TYT sınavları kaldırılmamalıdır. Çünkü lise bitirme sınavları tam anlamı ile ülkemizde uygulanamayacağı açıktır.
Üniversite sisteminde değişiklik yapılacakmış. Herhalde tam bozamadılar galiba.Saygılarımla.
İbrahim AYAN
Kaynaklar
1- Ahmet Buldan Odatv.com
2- Figen Altay Cumhuriyet Gazetesi 20.08.2024