1920’nin yüzüncü yılında Kuvayı Milliye ruhunun yeniden hatırlanmasına, incelenmesine ve canlandırılmasına ihtiyaç olduğunu belirtmekte fayda var.

                                                     YÜZYILLIK KUTUPLAŞMA

                1920’nin yüzüncü yılında Kuvayı Milliye ruhunun yeniden hatırlanmasına, incelenmesine ve canlandırılmasına ihtiyaç olduğunu belirtmekte fayda var.

              Kuvayi Milliye, emperyalistlerin ayaklan altında çiğnenen vatan topraklanın, Türk ulusunun Anadolu’da şahlanması ile kazanılan kutsal bir ruhtur. Toplumsal bir direniş örneğidir, imkânsızlıklar içinde yazılan bir kahramanlık destanıdır. Kurtuluş Savaşı, ulusumuzun önemli bir savunma
refleksidir, Çanakkale ruhudur.

        Yüzyıllık mücadelenin sebep ve sonuçlarının sağlıklı bir zeminde ifade edebilmek için, öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist ülkeler tarafından nasıl yıkıldığım ve yıkıntıdan onurlu bir şekilde savaşarak çıkıp nasıl bir devlet kurulduğunu hatırlamamızın önemine işaret etmek istiyorum. Türk ulusu, tarihte emperyalist ülkelere karşı başarı kazanan ilk devlettir. Bu gerçeği bilmeden, bundan sonra açıklayacağımız yüzyıllık kutuplaşmanın sebep ve sonuçlarının değerlendirmek mümkün değildir.

                Bir yandan Tanzimat döneminde sayılan giderek artan yabancı okullar, Osmanlı uyruğu olan gayrimüslimlerin militan yetiştirme kurumlan  haline gelirken, bir yandan da ekonomik açıdan giderek güçlenen gayri-millî ve işbirlikçi ticaret-sanayi kesimi arkasına Batı desteğini de alarak, devletin siyasal ve hukuksal otoritesi üzerinde benzerine az rastlanır siyasi bir denetim yarattı. Bir yandan hızla gelişen ulusçu-bölücü akımlar, öte yandan ise giderek artan ekonomik sorunlar, siyasal ve toplumsal yapıda adeta bir depreme yol açtılar. 1856 Islahat Fermam, bu gelişmenin en önemli kanıtlarından biri oldu. Sözü edilen gelişmelerin sonucunda, Müslüman toplulukların ve daha da ötesi devletin kurucusu, unsur-u aslîsi olan Türklerin devlete olan güveni sarsılmaya başladı.

                Dünya siyaset sahnesinde gelişen olaylar, özellikle bölgemizdeki çatışmaları, gelecek yılların Türkiye açısından yaşamsal gelişmelere ve değişip sahne olacağını göstermektedir.

              Dış güçlerin dünyanın yeniden paylaşımı adına yoksul ve enerji zengini ülkelerde sahneye koydukları savaşta, alevlerin ortasında kalan ülkemizde kendimizi nasıl koruyacağız?

                 Özellikle son yıllarda, küreselleşme sonucu dünyada var olan bütün dengelerin bozulduğunu, dış işgal kültürünün dünyaya egemen olduğunu ve iş ­bunun sonucu olarak da insan haklarının ayaklar altına alındığını ibretle izliyoruz.

                İşte böyle bir ortamda, her türlü farklılıkları makul bir anlayış içinde asgariye indirecek gerçek ortak payda olarak düşündüğüm “vatanseverlik”       olgusu etrafında birleşip, cumhuriyetimizi ve vatanımızı her türlü tehdide karşı korumak mecburiyetinde olduğumuza inanıyorum.       

               Bugün yaşadığımız olaylar ile birlik ve beraberliğimize yönelik tehdit ki algılamaları, şehitlerimiz ve gazilerimizden ödünç aldığımız bu kutsal yo toprakların önemini daha da arttırmıştır.

1950'den itibaren toplumda yer altında yaşayan cemaat ve cemiyetlerin bir bölümü “Matüridi” anlayıştan uzaklaşarak, bugün geldiğimiz Ash'ari (Eş'ari) Maturidi’ye göre daha “Ortodoks” bir anlayışa yöneldi. Diğer inanç gruplarının da istekleri gün yüzüne çıktı. Zaman içinde bu anlayış farkı daha da güçlendi.

tbn-i Haldun’un meşhur bir sözü bugün için monolitik bir bakış olsa bile kısmen geçerliliğini ve önemini korumaktadır: “Ülkelerin coğrafyaları, ülkelerin kaderlerini belirler.”

Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde dış politikamızın temel esaslarım coğrafyamız belirlemiştir. Bin yıldır vatan bildiğimiz bu topraklar, dün olduğu gibi bugün de ülkemizin kaderinde belirleyici etken olmuştur. Aslmda coğrafyamız ve askerî gücümüzden başka dış politikamızı şekillendiren araçlara ve koşullara da sahip olmamızın, ülkemizin yüksek menfaatleri açısından uygun olacağım düşünüyorum. Avrasya’nın en kritik bölgesinde bulunmak, geçmişte hem Ödül, hem de risk ile karşı karşıya  bıraktı bizleri. Bu kuşkusuz gelecekte de böyle olacaktır.

NATO’nun soğuk savaşı kazanması ile kurulan “Yeni Dünya Düzeni” içinde Türkiye aslında 21. yüzyıla geçiş için ciddi bir çaba sarf etmemiş, galipler safında yer aldığını değerlendirerek, bunun nimetlerinden faydalanacağım düşünmüştür. Bu düşünce ile son otuz yıldır hem bölgesel, hem de küresel vizyonunu NATO ve ABD ekseninde geliştirmiştir. Daha açık bir ifade İle Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya politikalarım bu bakış açısı içinde yorumlamıştır.

Küresel düzeyde ciddi bir paylaşım yaşanırken, içinde bulunduğumuz") bölge parçalanırken, enerji savaşları ile bölgemizde ve hatta içimizdeki etnik ve \ mezhep çatışmalarının arkasında kimlerin olduğunu anlayamadan, Türkiye’nin ( güvenliğini gerçek anlamda sağlamamız mümkün değildir. Dünyanın tehlikeli bir şekilde bölündüğü bu dönemde, kendi siyasal ve kültürel İhtiyaçlarımızı j başkalarının dış politikalarının bir parçası haline getiremeyiz. Kendimize ve gücümüze güvenerek, coğrafyamızın imkânlarını daha etkin bir şekilde kullanmalıyız.

         Otuz üç yıl aralıksız meşhur Chatham House (Karanlık Masa) ’ın başkanlığını yapar; Türkiye'ye üç sefer gazeteci kimliği ile gelir gider. Devrimleri sorgular. Ata 'ya çıkar, bunları dile getirir. Hoş bir konuşma geçmez aralarında.

          Tam bir Mezopotamya uzmanıdır ve Türk düşmanıdır.

         ”Benim işim harp kazanmak değildir.” der. “Ben medeniyetleri yok ederim. Bu işe başladığımda dünyada yirmi bir medeniyet vardı, kalemi bıraktığımda altı kaldı. ” der.

       Yöntemini de şöyle açıklar;

         Yok etmek istediğin medeniyetin önce tarihini tahrip edeceksin (Emin Oktay tarihi).

        Sonra coğrafyasının adlarını da değiştirerek parçalayacaksın  (Mezopotamya - Orta Doğu).

    Son darbe kültür omurgasından birkaç parçayı çıkarıp atacaksın (İşte devrimleri sorgulamasının sebebi).

      İşin acayip olanı uBen İbn-i Haldun’u okumadan bir hiçmişim!” demesidir. Ben de bu sebeple üç cilt Mukaddime'yi okudum ve bu adamın günümüzdeki ayak izlerini gördüm.

Huntington, Brzezinski, Fukuyama, Thomas Friedman, Graham Fuller hepsi “Biz Toynbist’iz” diyorlar. Bedevi, Hadari - Merkez, Kenar- Tarihe Giren Çıkan Medeniyetler - İnen Çıkan Asansör teorileri hepsi Toynbee'de var ve “İbn-i Haldun'dan öğrendim, ben onu okumadan bir hiçmişim. ” diyor,

        Bugün bırakın her Türk çocuğunu, asrımızı yönetmek isteyen idarecilerimiz, diplomatlar, askerler ve siyasetçilerimiz bu Toynbee Kürsüsünden muhakkak geçmelidirler.

      Adam tarihimizle oynamış.

Coğrafyamızı cetvelle çizmiş, adlarını hep değiştirmiş.

        Huntington,”ABD’nin düşmana ihtiyacı var. Çünkü küresel güç olmak mecburiyetinde.,, demiştir. 2019 yılı ABD savunma bütçesi 719 milyar dolardır. Dünya savunma harcamalarının %4’ü kadardır. Savaş için para için savaşa ihtiyacı olan ABD’nin CFR (The Council on Foreıgn Relations üzerinden dünyayı nasıl şekillendirmek istediğine dikkat etmeliyiz.

       Kavramların dönüştürüldüğü, dilimizin bozulduğu, beyinlerin işgal edildiği, algı yönetiminin acımasızca uygulandığı bir ortamda gerçekleri nasıl öğrenebileceğiz?..

    “Sistemsiz toplumlar kahraman yaratır. Şimdi Batı’da anti kahraman dönemi yaşanıyor. ”

                                                                                                                           İbrahim AYAN